Cemaleddin Efgânî, 1839 yılında İran’ın Esedabâd şehrinde doğmuştur. Lakin kendisini Afganistan’lı bir Sünni olarak tanıtmıştır. Zira bu Şiilerin takıyye anlayışından ileri gelmiştir. Şii inancına göre, bir Şii Müslüman olmayan bir toplumda kendisini onların dininden gibi gösterebilir veya Sünnilerin yanında Sünni gibi tanıtabilir. Takıyye konusunda Şiilik başlığı altındaki yazımızda uzunca bilgi vereceğiz. Cemalettin Efgânî, Hindistan’da dini ve dünyevi ilimler okumuştur. Mısır’a gitmiş ve siyasete atılmıştır. Hatta ilk derslerinden sonra babası Safder tarafından İran’a götürülerek Şii âlimi Murtaza el-Ensarî’den ders almış ve Irak’ta dört yıl kaldıktan sonra Hindistan’a geçmiştir.
1870 yılında İstanbul’a gelmiştir. Bu gelişinde evvela Jön Türklerle görüşen Efgânî, Darü’l Fünûn’da bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında: “Peygamberlik sanatlardan bir sanattır.” dediği için İstanbul’un dışına çıkarıldı. Ve zamanın şeyhülislamı tarafından tekfir edilmiştir.
Mısır’da ve daha başka yerlerde mason localarının faaliyetleri ve güçleri hakkında bilgi sahibi olduktan sonra kendi amacını gerçekleştirmek üzere İskoç mason locasına girdi. Bu locayı siyasete zorlamasıyla bu locadan atılan Efgânî, bu sefer French Grand Orient’a bağlı bir mason locası kurdu. Bu faaliyetleri Mısır hükümeti tarafından işitildiği zaman ülkeden çıkarıldı. Bunu hem Reşid Rıza’nın El-Üstazu’l İmam adlı eserinde hem de Abdülkadir el Mağribî’nin Cemaleddin adlı eserinde görüyoruz.
Cemaleddin Efgani’nin mason locasına yazdığı mektup:
“Mahruse-i Mısır’da felsefî bilgiler müderrisi, ömrünün 37. yılına ermiş bulunan Cemaleddin-i Kabilî der ki: “Ben İhvan-ı Safa’dan reca eder, Hıllan-ı vedadan, yani ayıp ve kusurlardan masum olan mukaddes mason cemiyeti erbabından bu nezih topluluğa kabulüm ve şayanı iftihar meclisinin sırasına dizilenlerin arasına katılmam suretiyle bana minnet ve ihsan buyurmalarını istifa eylerim.
Hürmetlerimle, Cemaleddin.”
Bu mektuba verilen cevap ise şöyledir:
“Şarkın Yıldızı Locası
No:1355
Kahire, Mısır: 7 1878/5878
Muhterem Cemaleddin kardeşe,
Zât-ı âlinizce mâlum olsun ki, geçen ayın 38. celsesinde, bu yıl locaya bir ihtiram reisi seçilmeniz oy çokluğu ile vaki olmuştur. Bundan dolayı sizi tebrik ederim. Şimdiki muhterem reisin emri ile siz kardeşimizi bu ayın gelecek Cuma günü güneş kavuştuktan sonra Arabi saatle 2’de icap eden mutat terkiz tamamlandıktan sonra kadumu teslim almanız için bu loca yerinde bulunmaya davet eylerim. Sonra bu ayın 10. Perşembe günü akşamı alafranga saat ile 6’da muhterem loca konkardiye reisinin tekrizi olacaktır. Yapılacak işlere iştirak etmeniz için mezkûr günde teşrifiniz rica olunur. Her iki halde de elbiseniz siyah, boyun bağı ve eldivenleriniz beyaz olacaktır.”
Cemaleddin Efgânî’nin bir panislamist olduğu söylenmektedir. Lakin bu da bir aldatmacadan başka bir şey değildir: “
“Efgânî; Mısır, Hindistan, Osmanlı ve birçok Avrupa ülkelerinde farklı siyasi hareketlerin veya oluşumların içine giren, birçok siyasi şahsiyetlerle temas kurup onları etkileyen Cemaleddin Efgani, Panislam ideolojisinin kurucusu ve ideologu olarak kabul edilir. İlk defa Afganistan’da siyaset sahnesinde görülen Efgani, kendisini İstanbullu Seyyid olarak tanıtarak, Afgan liderleri arasındaki kavgaya katılmış, desteklediği taraf yenilince Hindistan’a, Mısır’a ve İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’dan çıkarıldıktan sonra Mısır’a dönmüştür. Hidiv İsmail Paşa’ya, hidivlikten feragat etmeyince Abduh ile beraber suikast düzenlemiştir. Yaralı olarak kurtulan paşa hidivlikten ayrılmış ve Efgani’nin mensup olduğu mason locasına bağlı olan Tevfik Paşa yeni hidiv olmuş. Yeni hidiv Efgani’nin baskılarına bir süre dayanabilmişse de daha sonra Mısır’dan sürgün etmiştir. Bir müddet Hindistan’da kalan Efgani, daha sonra Paris’e gitmiştir. Paris’te Ürvetü’l Vüska’yı çıkarmaya başlıyorlar. Bu dergideki çelişkiler için Fevzi bin Abdüllatif Gazal şöyle demektedir: “… Efgani, Mısır’da doğuluların birleşmesi için de çağrıda bulunmuştur. Çünkü, halkın buna hasret duyduğunu ve bundan sahifeler dolusu sözler ettiğini görüyordu. Etrafına bakarak Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi karışımını müşahede ediyordu. Bunun üzerine “Mısır Mısırlılarındır” sloganıyla, Mısır milliyetçiliğine çağrıda bulunmaya başladı. İleride Edip İshak’ın tanınmış Hıristiyan olmasına rağmen buna nasıl çağrıda bulunduğunu göreceğiz.
İslam birliğine daveti ise Avrupa’da başlamıştı. Bu sırada masonluk gibi gizli kuruluşlara bağlı olan bir gizli kuruluşa ait Urvetü’l Vüska isimli mecmuasını yayınlıyordu.
Bu sebeble diyebiliriz ki, Cemmaleddin kendisi çizmiş olduğu çizgiden sapmayıp, duruma göre söz etmekteydi. Her makam için bir söz vardır.
Her halükârda Cemaleddin iki dâvet arasında bocalayan bir merhaleden geçiyordu. Neticede ikincisinde istikrar bulmuş. Zira o devirde bazı İslam devletlerinin kendi milliyetçilikleriyle tutunmaya ve milliyetçilikler arasında mücadelenin artmaya başladığını görüyordu.” [i]
Sultan İkinci Abdülhamit Han: “Hilafetin elimde olması sürekli olarak İngilizleri tedirgin etti. Blund adlı bir İngilizle Cemaleddin Efgânî adlı bir maskaranın elbirliği ederek İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plan elime geçti. Cemalettin Efgânî’yi yakından tanırım. Mısır’da bulunuyordu. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara Mehdilîk iddiasıyla bütün Orta Asya Müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti, buna muktedir olamadığını biliyordum. Ayrıca İngilizlerin adamı ve çok muhtemel olarak İngilizler beni sınamak için bu adamı hazırlamışlardı. Derhal reddettim. Bu sefer Blund ile işbirliği yaptı.”[ii]
Cemaleddin Efgânî, tuhaf bir şekilde hem Türk hem Arap milliyetçileri tarafından hep saygıyla yadedilmiştir. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı kitabında: “Efgânî, Türk kavmiyetçiliğinin imamları arasındadır.” demiştir. Mehmet Emin Yurdakul onun hakkında şöyle demiştir: “Beni o yoğurmuştur; eğer ruhların ebediyet ve lâyemutluğu varsa, derim ki, o, etlerini, kemiklerini Maçka Mezarlığının topraklarına bırakmış ise, ruhunu bana yadigâr etmiştir. Cemaleddin’in ruhu bende yaşıyor.”[iii]
Arap diyarlarında, Arap milliyetçiliğini körükleyen, Osmanlı’ya karşı ahaliyi kışkırtanlar, buralarda Türk kavmiyetçiliğini aşılamışlar ve Araplar aleyhine iddialarda bulunmuşlardır. Acaba neden?
Cemalettin Efgânî, Ernest Renan’la giriştiği bir münazarada Renan’a yazdığı mektupta şöyle demektedir: “İlmin tekâmülünde İslam’ın bir mani teşkil ettiği doğru ise de, bu maninin bir gün ortadan kalkmayacağını söylemek mümkün müdür? İslam bu mevzuda diğer dinlerden hangi cihetle ayrılır? Bütün dinler kendi bünye ve üsluplarına göre müsamahasızdırlar. Hıristiyanlığın telkinleri ve doktrinleri neticesinde meydana gelmiş cemiyet hür ve serazad terakki ve ilim yolunda ilerlemektedir. Hâlbuki İslam cemiyeti henüz dini vesayetten kurtulmamıştır.” Sanırım Efgânî’nin tüm düşüncelerini ortaya koyan bu ifadelerine ciltler dolusu verilecek cevap yerine, kendisini Müslüman addettiği için yalnızca susarak ve onun adına utanarak cevap vermek kâfidir.
Çocukluğunda İran’ın Kazvin ve Tahran medreselerinde gençliğinde Irak’ın Kerbela ve Necef kentlerinde dil ve felsefe dersleri görmüştür 1868 de Afganistan’dan sınır dışı edilince Paris, Londra, Rusya gibi yerleri dolaşmıştır. Onun 1960’dan sonra İranlı bir Şii olduğu anlaşılmıştır. Ehl-i Sünnet düşmanı olarak Vehhâbî hareketini desteklemiştir. İngilizler onu Sudana Mehdi olarak göndermek istemiştir. Rus çarından Osmanlı Sultanına kadar tüm devlet büyüklerine menfaat için yaklaşmıştır. Efgânî’ye ait bir şiir:
“İngilizler benim Rus olduğuma inanır.
Müslümanlar ise Zerdüşt olduğuma.
Sünniler beni Şii zanneder.
Ve Şiiler Ali’nin bir düşmanı.
Dört mezhepten bazıları Vehhabî,
Erdem sahibi bazı imamlar Bâbi,
İnananlar bir materyalist,
Dindarlar takvadan yoksun bir günahkâr,
Âlimler hiçbir şey bilmeyen bir cahil,
İnananlar inançsız bir günahkâr,
Ne inançsız beni kendisine çağırır.
Ne de Müslümanlar kendisine addeder.
Camiden kovulmuş ve kiliseden uzaklaştırılmış ben,
Kime güveneceğimi ve kiminle kavga edeceğimi şaşırdım.
Birini ret için diğerini kabul şart.
Birini kabul diğer taraftaki dostları düşman ediyor.
Kaçmaktan kuşatılmaktan ve bir guruptan kurtuluşun bir çaresi yok.
Diğer taraftan kavga edebilmek için sabit bir mekânım yok.
Elleri bağlı ve ayakları kırık ben Kâbil’de Bâlâ Hisar’da,
Oturmuş bilinmezlik perdesinin bana ne hazırladığını.
Ve bu hain semanın yedeğinde bana nasıl kader gizlediğini
Görmek için bekliyorum…”[iv]
Cemaleddin Efgânî’ninin neredeyse hiç normal bir hareketi yoktur. Mısır’da ikamet ettiği yer bir Yahudi mahallesiydi. 1897’nin Mart ayında Nişantaşı’nda Sultan II. Abdülhamid Hân’ın tahsis ettiği köşkte çene kanserinden dolayı ölür. Maçka’da Şeyhler Mezarlığına gömülen Efgânî’nin kabri 1927 senesinde yakın dostu Amerikalı Mr. Chales Crane tarafından mermerlerle kaplanır. 1944 senesinde Afganistan’ın Kâbil şehrine götürülür.
AkademiDergisi.com
[i] Prof. Dr. Alaaddin Yalçınkaya, Sömürgecilik Panislamizm Işığında Türkistan
[ii] Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri, İsmet Bozdağ
[iii] M. Emin Yurdakul’un Eserleri-1, Şiirler
[iv] Ehl-i Sünneti Müdafaa, Sayı 4, Ekim 2011, sh. 54